Hasta ve yakınları için İTP bölümünü hazırlarken, sıra “oto-immün trombositopeni”yi onların anlayabileceği bir şekilde anlatmaya geldiğinde; belleğim “horror autotoxicus” deyimini anımsadı. Hematoloji, immünoloji ve kemoterapinin babası sayılan, Alman bilim adamı Paul Ehrlich (1854-1915), antijen-antikor (toksin-antitoksin) ilişkileri üzerinde difteri antitoksini ile çalışırken, dahice bir öngörüyle, organizmanın kendine zarar vermekten korkması kavramından söz etmiştir.
Ehrlich önceleri bugün histokimya diye tanınan bilim dalı ile uğraşmış, daha tıp öğrencisi iken anilin boyaları ile kan hücrelerinin granüllerini ve çeşitli histolojik dokuları boyamıştır (1877). Örneğin, daha önce belirttiğimiz gibi, granülleri bazofil boyanan mast hücrelerini tanımlayan da Ehrlich’dir. Genç arkadaşlar bilmez, bizler asistan iken hastaların birçok laboratuvar incelemesini bizzat yapar ve ürobilinojen aramak için taze idrara Ehrlich miyarı (o zamanlar ayraç yerine “miyar” denirdi) damlatırdık. Sarı renkteki idrar kırmızıya döndüğünde ürobilinojen “müspet”demekti. O sıralar şarapla, hele Fransız şarapları ile hiç ilgimiz olmasa da, Tevfik Sağlam Paşa’nın “Klinik Tanı” kitabında bu kırmızının Bordo şarabı renginde olacağı yazılı idi.
Daha sonraları; Ehrlich antijen-antikor ilişkisi üzerinde çalışırken ünlü “yan zincirler kuramı” nı geliştirmiş, ardından arsenik bileşiklerinin frengi mikrobuna etkilerini araştırırken Salvarsan adlı ilacı (606 no’lu bileşik!) bulmuş, bunu 914 no’lu bileşik olan ve uzun bilimsel tartışmalardan sonra frengi tedavisine giren Neosalvarsan izlemiştir. Böylece; günümüzde, Ehrlich infeksiyon hastalıklarında uygulanan kemoterapinin öncüsü kabul edilir.
Ehrlich, mikropları fagosite eden hücrelerin lökositler olduğunu gösteren Rus zoolog ve mikrobiyoloğu E. Metchnikoff ile 1908 Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülünü paylaşmıştır. Frankfurt’da çalıştığı enstitünün bulunduğu caddeye verilen “Paul Ehrlich caddesi” adı, Nazi iktidarı sırasında, yahudi kökenli olduğu için kaldırılmıştır. Demek sokak, park adlarının politik gerekçelerle bazı örümcek kafalı yerel yönetimler tarafından değiştirilmesi yalnız bize özgü değilmiş!.. Bugün Polonya sınırları içersinde bulunan, Ehrlich’in doğduğu Strehlen kentinin adı Ehrlichstadt’dır. Gene bugün Almanya’nın Langen kentinde Federal Sağlık Bakanlığına bağlı ilaç ve aşılarla ilgili enstitünün adı Paul-Ehrlich Enstitüsü’dür.
Yukarda Ehrlich’in gösterişsiz çalışma odasının fotoğrafını görüyorsunuz… Hem çalışma odası, hem kitaplık, hem de raflara bakarsanız bazı laboratuvar malzemelerinin korunduğu yer burası… Çalışma masası, belki odayı ziyaret edecek kişiler ya da Ehrlich’in gerektiğinde dinlenmesi için konmuş divan ve pencere önü, tümü tepeleme kitap ve dergilerle dolu!..Yılını bilmiyoruz ama, koca takvim 26 Şubat Perşembe gününde olduğumuzu haber veriyor…Ehrlich çalışıyor. Sağ elinde yakılmamış bir puro var… Günde ortalama 25 puro içermiş!..
Görünüm bize o tarihlerde iyi bir araştırma yapabilmek için dizüstü bilgisayarına, Medline, Pubmed. gibi bağlantılara gerek olmadığına işaret ediyor!.. Ehrlich aforizmaları ile de ünlüymüş. Bakınız ! İyi bir araştırma için nelerin gerektiğini G ile başlayan dört Almanca sözcükle nasıl özetlemiş: Geduld (sabır), Geschick (yetenek), Glück (şans) ve Geld (para).
Ne güzel bir özdeyiş!..Tam gün yasası hazırlıkları sırasında gözden ırak tutulmaması gereken önemli bir husus!…Tam gün düzeninde araştırmaların artacağını hayal edenler var da…
Ehrlich’in odasının fotoğrafı bana üniversitelerimizdeki oda saltanatını ve oda paylaşımı mücadelelerini çağrıştırdı. Kimbilir, belki de yalnız benim çalıştığım Bizans’ın Çapa’sında oluyordu bu tür olaylar!.. Öğretim üyesi odalarına neden hasta muayene masaları konduğunu da doğrusu hiç anlayamamışımdır. Batıda da böyle bir uygulamaya hiç rastlamadım. Hastalar poliklinikte öğretim üyelerine ayrılan bir bölümde muayene edilemezler mi? Batıda hem klinikçi olan, hem de laboratuvarda çalışan çoğu – halkımızın yaygın deyişiyle “Hoca”nın (aslında artık her hekime “Hoca” deniyor galiba !) – laboratuvarlarının bir köşesine gösterişsizce yerleşmiş olduklarını sık gözlemlemişimdir.
Oda paylaşımına gelince; bizim Çapa İç Hastalıkları Kliniğinde sorunu kolay çözebilmek için “oda dağıtım komitesi” adında bir komite kurulmuştu!.. Böylece, boşalan odalar, uzun müzakerelerden sonra, adil bir şekilde dağıtılabiliyordu!.. Bir keresinde komite başkanı emekli olan akciğer hastalıkları uzmanının hematoloji polikliniğine yakın olan odasını, uzun süredir odasız olan iki değerli hematoloji doçenti arkadaşıma tahsis etmiş, ancak akciğer hastalıkları kürsüsü başkanı bir gece bu odanın kapısını söktürterek ilk raundu kazanmıştı. Gülmeyiniz! Gazetelere haber olarak geçmiştir!
Öğretim üyesi enflasyonu olunca, işler daha da çatallaştı, İki-üç körpe doçent bir arada oturtulmaya başlandı. Tabii bunda bir sonraki seçimi kazanabilmek için Tıp Fakültesi kaynaklı rektörlerin bu gençlere son sürat kadro bulmalarının da büyük payı oldu!..
Esenlik dileklerimizle…
Yücel Tangün 24 Şubat 2008