Homeros’un Odysseia destanında, Odysseus Troya savaşına giderken oğlu Telemakhos’u güvenilir ve sadık dostu Mentor’a emanet edecektir. Günümüzde “mentor”, Anglosakson dillerinde, bilim ve eğitim çevrelerinde sık kullanılan bir sözcüktür. Bizdeki karşılığı “hoca”, “yol gösterici” (eski dilde mürşit) ya da “usta” olabilir. İngilizce sözlüklerde mentor: “akıllı, güvenilir danışman, yol gösterici ya da öğretmen” olarak tanımlanıyor. Burada “akıllı” derken biraz da “bilge”lik anlaşılmalıdır bence. Bilge; bildiklerini eksiksiz ve doğru bilen, bilgisini yalnız kendisi için değil, başkaları için de yararlı biçimde kullanabilen, iyi ahlâklı, olgun bir kişidir (1).
Konuyu daraltalım, kendi alanımıza, hasta-hekim, hekim-hekim ilişkilerine odaklanalım biraz. Artık toplumumuzda “doktor” ya da “hekim” ile “hoca” sözcükleri anlamdaş olarak kullanılmaktadır. Bir sağlık kurumunda, hastalar için en kıdemsizinden en kıdemlisine kadar her görevlinin adı hoca’dır. Görevliler de birbirlerine “hoca” diye seslenirler. Hoca salgını o denli yaygınlaştı ki, son katıldığım hematoloji kongresinde oturum başkanları konuşmacılara ya da söz almak isteyen dinleyicilere hemen daima “hoca” diye hitap ettiler. Ama nedense, yalnız yerli konuşmacılara, çağrılı yabancı konuklara değil! Onlara da en azından “master (üstat)” diyebilirlerdi!.. Dikkat ediyorum, hangi konuda olursa olsun, çok konuklu televizyon programlarında, sunucular yönünden her konuk, unvanı, mesleği ne olursa olsun hoca’dır. Hoca aşağı, hoca yukarı!.. Özetle; ülkemizde bir hoca enflasyonundan rahatlıkla söz edebiliriz. Bugünlerde, kağıt üzerinde de olsa, üniversitesiz ilimiz kalmadığına göre; hiç kuşku yok, bu enflasyon giderek artacaktır!..
Bu yıl Amerikan Hematoloji Derneğinin (ASH) 50. kuruluş yılı. Bu nedenle, derneğin yayın organı Blood’da, her önemli araştırma alanının önde gelen bir uzmanı tarafından o konuya ilişkin tüm eski ve yeni bilgileri içeren toplayıcı makaleler yayımlanıyor. En sonunda, ayrı bir bölümde yazarlar, kanbilime hangi dürtülerle yöneldiklerini, kimlerden etkilendiklerini, nasıl çıraklık yaptıklarını anlatıyor ve yol göstericilerinin (mentor’larının) adlarını sıralayarak onlara karşı duydukları tükenmez gönül borcunu dile getiriyorlar. Nefis kısa yazılar bu sonuncular… Benim gibi serebral sklerozu muhakkak başlamış dinozorların gözlerini yaşartacak satırlar… Bizlerin “hoca” ile onların “mentor” sözcükleri arasındaki kavram ayrımını belirleyen güzel örnekler bunlar… Anlayana tabii…
Ayrıca ASH, 2006’dan beri, biri klinik araştırma, diğeri temel bilimler dalında olmak üzere, her yıl üyelerinden iki seçkin mentor’u ödüllendiriyor. Meraklılar www.hematology.org‘dan mentor’luk ölçütlerini öğrenebilirler.
Bu arada, öz deneyimlerime dayanarak iki tür mentor olduğunu eklemek istiyorum. Bence bu sınıflama her toplum için geçerli: birincisi örnek alınacak mentorlar (olumlular), bir diğer deyişle usta, yol gösterici olarak seçilenler; diğeri örnek alınmayacak mentorlar (olumsuzlar). Algılama yeteneğiniz varsa ya da gelişmişse, ikinciler de sizin için en az birinciler kadar yararlıdır. Çünkü onlardan neleri yapmamanız gerektiğini öğrenebilirsiniz. Ne yazık ki, ülkemizde bu ikinciler çoğunlukta. Şimdiki gençler alınmasınlar; işler bizim zamanımıza göre çok değişti ve kolaylaştı. Şöyle ya da böyle, nadir istisnalar dışında, artık hemen herkes birazcık çabayla, öğretim üyesi unvanını kolaylıkla elde edebiliyor. Ne var ki, her unvan sahibi hoca Batıdakilere benzer bir mentor olamıyor.
Bir diğer sorun da biraz önce değindiğim Tanrı vergisi algılama yeteneğidir. Çıraklar ya da öğrenciler (İng. mentee’ler) kimi örnek alacakları bağlamında her zaman doğru seçim yapamazlar. Yapmış olsalar da, sizi “idol” olarak gördüklerini sık sık yinelemelerine karşın, bir süre sonra öğütlerinizi dinlemez olur, çıkarları doğrultusunda kolaya kaçar, çizdiğiniz yoldan ayrılırlar. Kimbilir, belki de solukları erken tükenir.
“En güzel Türkçe Ödülü” seçici kurulundaki görevim gereği, bu yıl düzenlenen 34. Ulusal Hematoloji Kongresi’nin 424 bildiri özetini teker teker, satır satır okudum. Edindiğim ana izlenimi şöyle özetleyebilirim: gençlerin klinik ve laboratuvar çalışmalarında, konu seçiminden bulguların sunum durumuna getirilmesine kadar, nedense bazı büyükleri yeterince ilgi göstermiyor, yol gösterici olmuyor, hatta bildiri özetlerini bile okumak zahmetine katlanmıyorlar. Oysa yazar sıralamasında, onların da adları var. İşte bu yüzdendir ki, ben en çok, “tutkuyla sevilen, yalnız ve güzel ülkemin” (2) bazı çevresel tıp fakültelerinde ve devlet hastanelerinde, daha seyrek de olsa, bazı büyük kent üniversitelerinde gerçek anlamda mentor’suz yetişme zorunda kalan, iyi niyetli, ancak şanssız genç arkadaşlarıma üzülüyorum.
1. Ali Püsküllüoğlu: Türkçe Sözlük. Genişletilmiş 6.Basım, Can Yayınları, 2007. 2. Nuri Bilge Ceylan: 2008 Cannes Film Festivali Ödül Töreni.
Dr. Yücel Tangün 26 Ekim 2008