Bilmem, gazetelerde -en çok Hürriyet’e verilir- ölüm ilanlarını izler misiniz? Ben meraklılarından sayılırım. Kim öldü diye merak ettiğimden değil. Ölenden çok ilanı verenler hakkında bana bilgi sağladıkları için. Bir bakıma toplumsal olaylara ayna tuttukları için. Devasa boyutlarda ilanların görgüsüzlüğü yansıttıklarına inanmışımdır. Kırk yılda bir zarif, düşündürücü ilanlara rastladığım da olur. Tanınmış bir şairden birkaç mısra ya da bir özdeyiş içeren bu ilanları keser saklarım. Sokrates’in savunmasında söyledikleri gibi…*
Son yıllarda “…duayeni” ya da “…duayenlerinden” sözcükleri ölüm ilanlarında sık yer almaya başladı. Her yitirilen kişi adeta mesleğinin ya da bağlı bulunduğu topluluğun duayeni. Duayen Fransızcadan dilimize girmiş (doyen). İngilizcesi dean, Almancası Dekan ya da Dekant. Kökeni Latince’den geliyor: decanus, anlamı on kişilik bir grubun başı, yani dilimizdeki onbaşı! 1933 Üniversite Reformundan sonra Almanca terimlerin benimsenmesiyle fakültelerin yöneticilerine Fr doyen yerine Alm dekan demişiz. Kökenbilime (etimolojiye) ilgi duyulmuş olsaydı herhalde onbaşı denmesi gerekecekti.
Aslında “yaşça ya da kıdemce başta gelen kişi” anlamına gelen duayen sözcüğü Batı’da kordiplomatikte ve Katolik kilisesinde kullanılıyor. Örneğin bir ülkedeki diplomatların en yaşlısı ya da en kıdemlisi duayendir. Önemli bir nokta da o topluluğun bir tek duayeni vardır. Duayenleri değil. Tıpkı bir fakültenin bir tek dekanı olduğu gibi. Ölüm ilanlarından anlaşılıyor ki, günümüzde artık bir meslekte yalnız yaşça ya da kıdemce en ileride olanlara değil, yetenek ve deneyim bakımından üstün niteliklere sahip kişilere de duayen deniyor.
Bir iki gün önce Asmalımescit’in tanınmış meyhanelerinden Yakup’un sahibi Yakup Arslan vefat etti. Meslektaşlarının verdiği küçücük, alçakgönüllü ilan hoşuma gitti. Başlık vefat ya da acı kayıp değil, başsağlığı. “Mahallemizin Güzide İnsanı, Arkadaşımız, Meyhaneciliğin Duayeni, Kardeşimiz Yakup Arslan’ı kaybettik…” Dikkat ediniz! Duayen doğru kullanılmış. Duayenlerinden değil, duayeni. Anlam yönünden de doğru. Ölümünün ardından yazılanlar onun gerçekten meyhanecilerin duayeni olduğunu doğruluyor.
1980’li yıllarda Seylan ve sevgili sınıf arkadaşım Prof Dr Uğur Hacıhanefioğlu (1933-2007) ile ara sıra gittiğimiz Yakup özgün bir içki eviydi. Kimilerinin “entel” diyerek alay konusu yaptığı nice yazar, edebiyatçı, gazeteci, ressam, yontucu, tiyatro sanatçısının düzeyli bir buluşma yeri… Çağrışımlar birbirini kovalıyor. Yontucu Gürdal Duyar (1935-2004) ile orada tanışmıştık. Sigara paketlerinden çıkan folyo kağıtlarına çizdiği portrelerimiz o günlerin anısı…**
* “Artık ayrılmak zamanı geldi/Yolumuza gidelim:/ Ben ölmeye, siz yaşamaya./ Hangisi daha iyi?/ Bunu Tanrı’dan başka kimse bilemez.” Eflatun, Apologia.
**Refik’te ya da Yakup’ta içki masasının bir kenarına ilişir, gerektiği yerde gerektiği gibi konuşur, çoğu zaman da bir porselen tabağa, bir peçeteye karşısında oturanın desenini çizerdi tükenmez bir kalemle.” Refik Durbaş, Sabah 21.04.2004.
Y T 7 Nisan 2013