1892 yılında doğan Sedat Tavat Fatsa’lı, köklü bir aileden (Haznedaroğulları) gelir. Cenevre Tıp Fakültesindeki öğrencilik yıllarında parlak bir başarı göstermiş, birinci doktora bitiminde yapılan törende sınıf birincisi olarak Fakülte yönetimince kutlanmıştır. Tıp öğrenimini 1914’de tamamlamıştır. Öğrenciliğindeki başarıları nedeniyle, aynı Fakültede İç Hastalıkları Kliniği ve Farmakodinami asistanlığına kabul edilmiş, ayrıca patolojiye olan ilgisi bu bölümde de eğitimini ve araştırmalarını sürdürmesini sağlamıştır. Böylece genç Tavat o dönemin Bard, Mayor, Askanazy gibi uluslararası üne sahip hocalarının yanında çalışma fırsatını bulmuştur.
Yurda döndükten sonra (1924-1932), Cenevre yıllarından tanıdığı Müderris Âkil Muhtar (Özden)’in yanında muavin olarak çalışmıştır ( Tedavi Seririyatı ve Farmakodinami Enstitüsü Müderris Muavini) (seririyat: Klinik dersleri).
1933 Üniversite Reformunda, “Prof” ünvanını alarak yeni kurulan Fizyopatoloji Kürsüsünün başkanlığına atanmıştır. 1943’e kadar bu görevde kalmış, o yıl hocası Akil Muhtar Özden’ in yerine, Ord Prof olarak Tedavi Kliniği (bugünkü Haseki Kardiyoloji Enstitüsü binası) ve Farmakoloji Enstitüsü direktörlüğüne atanmıştır. Bu yeni görevini emekliliğine kadar (1971) yirmi sekiz yıl sürdürmüştür.
Türk Hematoloji Derneğinin (1967) kurucu üyeleri arasında yer alan Ord Prof Dr Sedat Tavat 1973’de vefat etmiştir.
Sayın Prof Dr Kemal Önen’ den hocası Tavat’ı anlatmasını rica ettik. Günümüzde “duayen” sözcüğü – özellikle gazetelerdeki ölüm ilanlarında – ucuza kullanılıyor. Kemal Hoca ülkemizde nefrolojinin “gerçek” duayenidir. Aşağıdaki bilgiler için gönül borcumuzu belirtelim.
“Onu önce (1942-43) fizyopatoloji, sonra (1944) farmakoloji öğrenciliğim, 1945’de Tedavi Klinğindeki stajyerliğimde, düzenli seminerler yapan, gene çok düzenli vizitlerinde öğrencileri ile yakından ilgilenen bir hocamız olarak tanıdım. İç Hastalıkları sınavımı Hoca yapmış, çok başarılı geçen sınavın ardından Kliniğinde asistan olmamı ima etmişti.
1948 yılında Hocanın özel tercihi ile asistanlıkla başlamış birlikteliğimiz vefatına kadar baş asistanlık, doçentlik ve profesörlük aşamalarında sürdü. Onda sadece tıp bilimi, hekimlik sanatını değil; tevazu (alçak gönüllülük), nezaket, zarafet, ve benlik tutkusundan uzak kalmayı da görmüş ve tanımış oldum.
Sedat Hoca çok geniş bilgisi ve aynı derecede geniş kültürüne rağmen, tevazuu bırakmaz, gösterişi, hele şarlatanlığı hiç mi hiç bilmezdi. ”BEN” demez ve fakat “BİZ” diyerek ekiple birlikteliği ve beraber çalışma yapmayı öne çıkarır, yayınlarda çok kez adını sonlara koydururdu. “Ben biliyorum, benimki doğrudur, bu böyledir”demez, her yeni şey söylendiğinde, eğer bilmiyorsa veya görmemişse, “Bunu bilmiyorum, görmedim, yayını getirin göreyim” diyecek kadar gerçek bilimci idi.
Hematoloji ve patolojiye meraklıydı. Odasında mikroskobu vardı. Hematoloji vak’alarına ilgi duyanları severdi. Mazlum Kitabevinin yayımladığı ilk Fizyopatoloji kitabında (1938) anemilerin tasnifini (sınıflamasını) yapmıştı.
Ders kitaplarında bile literatür kaynağını bildirmeyi ihmal etmez, özellikle resim, tablo ve grafiklerde, bunların nereden alındığını belirtmeye dikkat ederdi.
Hocanın personel, hemşire, doktor olsun hiçbir kimseye nezaket dışı veya kırıcı bir söz söylediğini görmedim ve duymadım. Meslektaşları, yaşıtları arasında ve de Profesörler Kurulunda çok saygın bir yere sahipti.
Eğer Sedat Hoca gibi bilim insanlarının sayısı o yıllarda üniversitelerimizde 5-10 kat fazla olsaydı, bilimde çok daha ilerlerde olurduk kanısındayım. Nur içinde yatsın!…”
Prof Dr Hüsrev Hatemi Tedavi Kliniğinde hocası olan Tavat’a anılarında yer vermiştir (1). “Çok titiz, yumuşak huylu, fakat yanında çalışanlarla belli mesafeyi koruyan bir hocaydı. Ağzından ne bir argo, ne bir küfürlü söz işitilirdi. Hiç evlenmemiş, uzun bir ömür sürdükten sonra ölen annesiyle yaşamıştı.” Haldun Taner’ i de dinleyelim : “Titizliği, evhamları, temizlik merakı, eski çerkes hanımefendiler gibi ‘gidorum, geloorum’ diye konuşuşu ona çok yakışır, daha sevimli yapardı. Viyana’da Kartner Strasse’nin köşe başlarında gece müşteri bekleyen ve kendisine asılan profesyonel hanımlardan birinden ‘ben sizin bildiğiniz erkeklerden değilim’ diye kaçışı, grubun her yinelenişte aynı kahkahaları doğuran bir esprisi idi” (2).
Anılar ve Gözlemler (Kişisel Kanbilim Tarihi)
Hematolojiye nasıl yöneldiğimi bir gün daha ayrıntılı anlatacağım. Ancak öğrencilik yıllarımda iki nefis kitabın bilinç altıma hematolojiyi yerleştirmiş olduğundan eminim. Bunlardan birincisi Sedat Tavat’ ın “Fizyopatolojisi”nin 3. baskısı (1949) (3), bir diğeri de Tedavi Kliniğinde hocanın başasistanı Dr Bürhaneddin Söylemezoğlu’ nun, bizzat kendisinin mikroskoba bakarak çizmiş olduğu renkli kan hücresi resimleri ile donatılmış, o güzelim “Kan Hastalıkları ve Kan Atlası” (1948) (4). Her iki kitabı da Mazlum Kitabevi * yayımlamıştı.
Öğrencilik yıllarımda Sedat Hoca Tedavi Kliniği ve Farmakoloji Enstitüsü Direktörü idi. Fizyopatoloji derslerini Prof Dr Osman Saka verirdi. Öğrenciler göz kapakları sürekli oynadığı için “pırpır Osman” adını takmışlardı. Aslında verdiği ders değildi. Çünkü beraberinde taşıdığı kalın bir kağıt tomarından ders notlarını, duymakta zorluk çektiğimiz incecik sesiyle tekdüze bir biçimde okurdu. Öğrenciliğimde bu tür hocaların derslerine genellikle devam etmemişimdir. Fizyopatoloji sınavına Beyazıt’taki sahaflardan edindiğim Tavat Hocanın “Fizyopatoloji” kitabı (3) ile hazırlandım.
Kuşe kağıda basılmış ciltli kitabın ithaf sayfası duygulandırıcı idi. “Anneme” … Kitabın 103 sayfalık ilk bölümü “Kan”a ayrılmıştı. Sayfa aralarına yerleştirilmiş renkli resimlerden kan hücrelerinin morfolojisi öğrenilebiliyordu. Hastalıkları anlatırken yeri geldikçe, kendi yayınlarına atıfta bulunuyordu. 1930 ve 1940’lı yıllarda yurt dışı dergilerde yaptığı yayınlar – o günün olanakları düşünülürse, – haklı olarak genellikle vak’a takdimleri (olgu sunumları) şeklinde idi. Örneğin; sprue anemisi (1932), sifilitik bir kadında neosalvarsan ve bizmut tedavisini izleyen alökia hemorragika (bugünkü aplastik anemi, 1933), ilk sülfonamid prontozil ile tedavi neticesi akut hemoliz 1939), 1936’da gördüğü Türkiyedeki ilk Cooley anemisi vak’ası dolayısı ile eritroblastozlar (1942), bir megakaryositer miyeloid splenomegali vak’ası (bugünkü miyeloid metaplazili miyeloskleroz ya da en yeni adıyla primer miyelofibroz (1946)…
Dr Bürhaneddin Söylemezoğlu’nun ** “Kan Hastalıkları ve Kan Atlası” kitabı (4) ile stajyer öğrenciliğim sırasında, 3. İç Hastalıkları Kliniğinin o zaman için çok zengin sayılabilecek kitaplığında tanıştım. Kitap “Öğretim hayatının XXV. Yılına armağanım” yazısı ile Prof Dr Sedat Tavat’a ithaf edilmişti. Tavat Hoca kitaba bir önsöz yazmıştı. Birkaç tümcesini aktarmak istiyorum:
“Hematoloji, biyolojinin ve kliniğin en çekici ve en zevkli bahislerinden biridir… Kan yapıcı organların hastalıklarının tanınmasında ve seyirlerini takipte kan muayenesi adeta bir biyopsi gibidir… Nozolojinin hiçbir şubesinde morfolojinin ehemmiyeti kanda olduğu kadar kendini göstermez. Bu sebepten kan muayenelerinde tekniğin kusursuz ve mükemmel olmasına lüzum görülür… İyi boyanmış, enteresan bir kan preparatını mikroskopta inceleme doyulamayan bir zevk uyandırır ki, insan güçlükle gözünü okülerden kaldırır.”
Dr Söylemezoğlu’nun kendi önsözünün başına yerleştirdiği Tevfik Fikret’in iki dizesini de burada anmadan edemeyeceğim. 2013 yılnda yapılabilecek yorumları siz okuyuculara bırakıyorum. En büyük eksiğimiz hangisi acaba? Güven mi, özen mi, yoksa tümü mü? (Ar müfid: 1. anlamlı, 2. yararlı).
İtimad, itina, cesaret, ümit/Hepsi lâzım bu yurda, hepsi müfit.
Sedat Tavat ile ilgili ufak bir anım daha var. Farmakoloji sınavında ona düşmüştüm. Tedavi Kliniği öğretim üyeleri tarafından hazırlanmış, yeni yayımlanmış çok güzel bir farmakoloji kitabımız vardı. Onu “yutmuş” durumdaydım.Sorulan her soruyu bildim. “Pekiyi” bekliyordum. Odadan çıkmak üzere iken beni durdurarak ekmek ve portakaldaki karbonhidrat oranını sordu. Bilmiyordum. Haftada bir gün Haseki amfisinde 1 saatlik tedavi dersleri verilirdi. Salt o ders için o gün Hasekiye gitmek gerekirdi. Bazen ihmal ederdim. Şeker hastalığı tedavisini anlattığı dersini kaçırmış olduğum anlaşıldı. Notum “iyi”ye indirildi.
Bu arada Kemal Önen Hoca müsterih olsun! Çiçeği burnunda bir doçent olarak verdiği “Hastanın yatağı nasıl yapılır? Çarşafları nasıl değiştirilir?” konulu, hemşirelerin de görev aldığı Haseki’deki tedavi dersini çok iyi anımsıyorum. Tıp fakültelerinde sınavların çoktan seçmeli, yazılı yapıldığı günümüzde böyle dersler veriliyor mu acaba?
* Mazlum Kitabevi……..Mazlum Bey asistanlık ve başasistanlık yıllarımda yakın bir dostum oldu.
** B. Söylemezoğlu. Muzaffer Aksoy’un sınıf arkadaşı.Tıp Fakültesinden 1940 yılında mezun olmuşlar. Bir arkadaş grubu içinde fotoğrafları var (5). Kitabının yayımlandığı yıl (1948) Tedavi Kliniği ve Farmakolojide başasistan. Sonra ABD’ye gitmiş. Pubmed’de 1951 Mayıs tarihli bir çalışması var. Sonrası meçhul…
Kaynakça
- Hüsrev Hatemi: Anılar. Ömür Süvarisi. s 245-248, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2007.
- Haldun Taner: Ölür ise Tenler Ölür, Canlar Ölesi Değil (Portreler). Bir sextet (Tevfik Sağlam ve arkadaşları) 2 230-239. Cem Yayınevi, İstanbul, 1979.
- Sedat Tavat: Fizyopatoloji. Tamamiyle yeniden yazılmış Üçüncü Bası. Mazlum Kitabevi, İstanbul, 1949.
- Bürhaneddin Söylemezoğlu: Kan Hastalıkları ve Kan Atlası. Önsöz Prof Dr Sedat Tavat. Mazlum Kitabevi, İstanbul, 1948.
- N. Duruel, Ç Altay, O Ulutin: Muzaffer Aksoy. Bilime Adanmış Bir Ömür. Türkiye Bilimler Akademisi, s 18, Şenol Matbaacılık Ltd Şt, Ankara, 2005.