Prof Dr Orhan Nuri Ulutin’in Ardından

Prof Dr Orhan Ulutin

Prof Dr Orhan Nuri Ulutin

Türk kanbiliminin büyük üçlüsünün (Muzaffer Aksoy, Şeref İnceman, Orhan Nuri Ulutin) hayatta olan son üyesini de sonsuzluğa uğurlamış bulunuyoruz. Prof. Ulutin’i ilk tanıdığım gündenberi ona daima “Orhan Bey” diye hitap etmişimdir. Bu “bir ölümün ardından (obituary)” yazısında da öyle olmalı. Zaten 1960’lı yıllarda “hoca” deyimi şimdiki gibi sıradanlaşmamıştı, Kendi hocama da hep “Şeref Bey” demişimdir.

“Ulutin” adını öğrenciliğimin son yıllarında (1957-58) duymaya başladım. Prof. Cihat Abaoğlu Semptomdan Teşhise (III. Baskı)’ nın hemorajik diyatez bölümünü İnceman ve Ulutin’in yayınlarından yararlanarak yazmıştı (1958). Asistanlığımda stajyer seminerlerinde yeri geldiğinde öğrencilere trombositçi Shirley Johnson’ın “Blood Platelets (1961)” kitabını gösterirdim. “Kalitatif trombosit hastalıkları “bölümü o sırada ABD’de çalışan Orhan B. tarafından kaleme alınmıştı. Gene o yıllarda biyokimyacı Walter Seegers ile protrombinin saflaştırılması konusunu araştırırlarken otoprotrombin IIA (bugünkü adıyla protein C)’i bulmuşlardı (1961). Son yıllarda kayda aldığım sohbetlerimizin birinde Orhan B. bu buluşu “Ben Hur” (1959) filmine borçlu olduklarını anlatmıştı. Laboratuvarda çalışırken Charlton Heston’ın oynadığı filme gidebilmek için deneyi yarıda bırakarak tüpleri buz dolabına koymuş, döndüğünde gözlemlediği fiziksel değişiklik araştırmada ilerlemelerini sağlamıştı.

Sezar’ın hakkını Sezar’a vermeliyiz. Orhan B’in girişkenliği, çalışkanlığı, Türk hematolojisini uluslararası arenaya taşıma tutkusu olmasaydı, Türk Hematoloji Derneği (THD)’in kuruluşu (1967) çok daha geç olurdu.  Çünkü Aksoy ve İnceman’ın yaşça daha büyük olmalarına karşın onun kadar yöneticilik, organizatörlük yetenekleri ya da istekleri yoktu. Amerikan Hematoloji Derneği (ASH)’nin 1958’de kurulduğunu hatırlarsak, dokuz yıl sonra THD’nin ortaya çıkışı övünülmesi gereken bir olaydır. Orhan B. düzenlediği sayısız uluslararası kongre, sempozyum ve toplantılarla bu alandaki başarısını yaşamı boyunca sürdürmüştür.

Kişiliğinin iki temel özelliğinin altını çizmem gerekiyor. Önder, yol gösterici olarak gördüğü, adeta taptığı iki kişi vardı. Birincisi Mustafa Kemal Atatürk. İkincisi sığınmacı Alman hocalardan Prof. Dr Erich Frank.

Türk kanbiliminin büyük üçlüsü Cumhuriyet’in sapına kadar ülkücü ilk kuşağındandı. Üçü de yaşamları boyunca Atatürk devrimlerinin savunucusu oldular. Orhan B’in bir ayrıcalığı daha vardı. Babası Atatürk’ün sınıf arkadaşı idi ve Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık iki ay sonra dünyaya gelmişti. Daha 1987’de, Uludağ’da düzenlenen ulusal hematoloji kongresinin açılış konuşmasında bizlere devrimlerin tehlikede olduğunun ilk işaretlerini vermişti. Önce TÜBİTAK’ın, ardından YÖK ve üniversitelerimizin, en sonunda TÜBA’nın başına gelenler, çok eminim, sağlığının giderek kötüleşmesine katkıda bulunmuştur.

İstanbul Tıp Fakültesinde okurken sık sık “Türkiye’nin Frank’ı olacağım” dediğini Bursa’da askerliğimi yaparken bizzat annesinden dinlemişimdir. Stajyer öğrenciliğinde, o sırada iç hastalıkları uzmanlığını tamamlamakta olan Şeref B’e mezun olunca Frank’ın kliniğinde hematoloji alanında çalışmak istediğini belirtmiş, bir abinin görüşünü almıştır. Prof Frank, o yılların büyük ün salmış Avrupalı hekimlerinde olduğu gibi, hem kusursuz bir klinikçi, hem de çok yönlü bir araştırıcı idi. Bu iki niteliği eşit ağırlıkta bir arada götürmenin, hele günümüzde,  hiç de kolay olmadığını hepimiz biliyoruz.

Orhan B. klinikten çok araştırmaya öncelik vermiştir. Batı’da olduğu gibi tıp öğrencilerinin diplomalarını almadan önce doktora tezi yapmalarını savunurdu. Bazen asistanlarına bir üniversitenin en önemli görevinin ne olduğunu sorar, verilen yanıtları beğenmediğinde, “önce araştırma, sonra eğitim, en sonra da hasta bakımı” şeklinde düzeltirdi. Bir sohbetimizde, “hasta benim için araştırmada kullanılan bir araçtır” demişti. Aslında bütün bunlar bugün de ülkemiz açısından güncelliğini koruyan ana tartışma konuları… Burada değinmemin tek nedeni onun araştırma aşkını vurgulama amacımdır.

Orhan B. gençlere, ister yanında çalışsınlar, ister başka kurumlarda, yardım elini daima uzatmıştır. Yetiştirdiği, ilerlemeleri için yurt dışına gönderdiği öğrencilerinin sayısı son derece kabarıktır. Asistanlığımın ilk yıllarında, Şeref B’in ricası üzerine bir odacıktan ibaret laboratuvarımıza birkaç kez gelerek bana tromboplastin oluşum testini (TGT) öğreten odur. Ne denli şanslıyım ve ne mutlu bana ki, kanbilimimizin büyük üçlüsü benim üç ustam, üç yol göstericim (mentor’um) oldu.

Heyhat! “O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler çekip gittiler...” (Yaşar Kemal “Demirciler Çarşısı Cinayeti”).

Dr Yücel Tangün

 

 

Bu yazı Türk Kanbilim Tarihi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.