Öğretici Tıp Kitabı Yazmanın Kolaylık ve Zorlukları (I)

Çapa’daki tıp kitapçılarının vitrinlerini, internetteki ilanlarını son yıllarda çeviri kitaplar dolduruyor. Yerli yazılmış (telif), özgün yapıtlar yok denecek kadar az. Türk Hematoloji Derneği de bu akıma kapılarak yakın geçmişte iki çeviri yayımladı. Telif bir ders kitabı (textbook) yazmak zor mu? Yoksa çok mu kolay? Onlar da bir tür çeviri mi acaba? Öte yandan çeviriler doğru mu yapılıyor? Özgün bir kitap nasıl kaleme alınır? Alıntı (iktibas), uyarlama (adaptasyon) nedir? Ya da aşırma (intihal, plajiarizm)? Uzun yıllara dayanan deneyimlerimden yararlanarak bu konulara yaklaşmak istiyorum.

college essay writerİstanbul Tıp Fakültesindeki histoloji hocamız Üveis Maskar çok sonraları, başasistanlık yıllarımda, bana bir söyleşi sırasında dürüstçe “Önüne yabancı dilde iki kitabı koy. Bir cümle birinden, bir cümle diğerinden al. İşte sana yeni Türkçe kitap!” demişti.

Öğrencilik yıllarımda kitap yazmayla ilk tanışmam iç hastalıklarına giriş (propedötik) derslerini veren Doç Dr Cihat Abaoğlu’ nun aracılığı ile oldu. 1957 yazında. Semptomdan Teşhise’ nin 3. baskısının hazırlanması sırasında. Önce, 2000 yılında onuncu baskıya ulaşan bu kitabın doğuşunu, bizzat Dr Vahe Aliksanyan’ dan dinlediğim gibi aktarmalıyım.

“…Cihat Hoca her birimizden nasıl istifade edilebileceğini çok iyi bilirdi. Yeni asistan olmuştum. 1.5 yıllık volonterlikden sonra (volonterlikde maaş alınmadığı gibi, çalışılan süre de ihtisasa sayılmazdı. YT). Stajyer öğrencilere anlatmam için bana konular verirdi. Mesela ‘ikterleri, siyanozları, dispneleri özetleyerek topla, çocuklara anlat’ derdi. Hazırladığım konular çoğalınca bunları kitap haline getirmeye karar verdi. 'Sen yaz, getir, ben onları tashih eder, ilâveler yaparım’ dese de, ne tashih etti, ne de ilâve yaptı. Öylece basıldılar…”

İlk iki baskıda (1952, 1953) bütün yük Vahe Bey’in üzerinde olduğu halde önsözlerde kuru bir teşekkürle yetinilir. 1957’de 3. baskı tasarlandığında o sırada başasistanlığa yükselen Vahe Bey kapağa  kendi adının da konmasını rica eder. Dikkat ediniz. Maddi bir isteği yok. Bunca emeğin manevî karşılığını arzuluyor haklı olarak. Cihat Bey kabul etmez, kendi başına yazmaya karar verir. Baş yardımcısı da o sırada 5. sınıfa geçmiş bendeniz olur (Resim: Sınıf arkadaşım Dr Ahmet Sağol'un çizgileri ile Prof Dr Cihat Abaoğlu, Ayrılış Dergisi 1959. Abaoğlu fiziği ile dâhi yönetmen ve aktör Orson Welles'e çok benzerdi. Bu konuda anekdotlar vardır. Belki ilerde anlatırız).

Prof Dr Cihat Abaoğlu

Prof Dr Cihat Abaoğlu (1914-1979)

Bu baskıya yenilikler ve hastalıkların fizyopatolojik esasları eklenecekti. Bir yaz ve sonbahar boyu Cihat Bey’le çalıştım. Önünde iki kitap dururdu. Son baskıları çıkmış ünlü Harrison (iç hastalıkları) ve Sodemann (fizyopatoloji). Oralardan çevirerek bana dikte ederdi. Sonra onları daktiloda temize çekerdim. Bazen sıkılır, “şurayı sen çevir, koy” derdi. Mikrobiyoloji sınavını yeni vermiş olduğumdan özellikle Ekrem Kadri Unat’ ın anlattığı parazitoloji ve viroloji konularını doğrudan bana yazdırttı. Böylece hekimlerimizi Coxsackie virüsleri, Bornholm hastalığı (epidemik pleurodynia) ile ilk kez ben tanıştırmış oldum. “Sinir Sistemine ait Semptomlar” bölümünü (s 717-798) Özdilek adlı arkadaşımla  birlikte Hoca’nın verdiği İngilizce bir semiyoloji kitabından çevirdik. Olduğu gibi tümü yeni baskıya kondu. Biraz önce sayfaları karıştırdım. Bayağı güzel çevirmişiz. Genç arkadaşlarım! İleride değineceğim. Yabancı dili ne denli iyi bilirseniz bilin, güzel çeviri yapabilmek için önce Türkçe bilmeniz gerektiğine inanıyorum.

Daha sonra kitabın düzeltmelerini (o zamanlar tashih denirdi) yaptım. Hem de iki kez. O yıllarda satırlar kurşuna dökülürdü. Satırda harf hataları olduğunda provadaki düzeltmeden sonra o satır yeniden dizilirdi. Yeni satırda bu sefer de başka bir hata oluşabilirdi. Böylece düzeltme sırasında kitabı en az iki kez okumuş olurdunuz. Baskıya girmeden önce bir de en sona konacak indeks'i (şimdi “dizin” diyoruz) hazırladım. O yıllarda çok zaman alıcı bir işti.

Kitap 1958’de basıldı. Gerici akımların gelişmeye başladığı Demokrat Parti yıllarındaydık. Cihat Hoca 10 Kasımlarda Beyoğlu Atlas Sinemasındaki anma törenlerinde Atatürkçü konuşmalar yapıyordu. Belki de bu dürtülerle kitabını “Fikir ATATÜRK’e ve O Fikrin gençliğine” ithaf etti. Önsözünün son satırlarında adımı boşuna aradım. “…her türlü teknik işlerde yılmadan çalışan öğrenci arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim” diyordu. Teknik işler nelerdi acaba? Bazı arkadaşların görevi postacılıktı. Provaları Sermet matbaasından alırlar, düzeltmem için bana getirirlerdi. Basımevi kokuları ile dolu kitabı Hoca'ya götürdüm. Hiç olmazsa, bir ithaf tümcesi yazabilirdi: “Çok çalışkan ve gayretli talebem Yücel'e sevgilerimle. 23.XII.57 (Resim).

Semptomdan teşhise

1959’da volonter asistanlığa başladım. Sırada Teşhisten Tedaviye’ nin 3. baskısı vardı. Vahe Bey ile barışmışlardı. Hoca 1-2 aylığına ABD’ne gidiyordu. Bana Taksim’deki muayenehanesinin anahtarını ve her yıl yenilenen Current Therapy’ nin son baskısını bıraktı. Klinikteki işlerim bittikten sonra orada çalışacak, “Hematopoetik sistem” bölümüne yeni bilgileri ekleyecektim. Kısa bir süre sonra ağır bir hepatit geçirdiğimden bu görevimi tamamlayamadım. Ertesi yıl kitabın düzeltmeleri gene bana kalacaktı.

1967 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (Dekan Prof Dr. Cihat Abaoğlu) öğrenciler için“Tıbbi-Cerrahi El kitapları” dizisini çıkardı. İç hastalıkları ve cerrahi bir aradaydı. Örneğin önce safra kesesi hastalıkları, ardından cerrahisi anlatılıyordu. Kan hastalıkları 3. ciltte yer alıyordu. O sırada Bursa’da askerlik yapıyordum. Genel bilgiler, mültipl miyelom, enfeksiyöz mononükleoz ve agranülositoz konuları hocam Şeref İnceman’ a verilmişti. Bu bölümleri Bursa'da ben yazdım. O sırada fakülte dışında kaldığımdandır herhalde, İnceman' ın yanında adımı göremedim.

1974 yılında İstanbul Tıp Fakültesi (Dekan: Prof Dr Haluk Alp) “Klinik Ders Kitapları” adı altında her bilim dalı için ayrı bir kitap hazırlama kararı aldı. Eylemsiz doçenttim. Yani 1969'da sınavı verdiğim halde doçent kadrosunda değildim. İç sayfada adım “Düzenleyen” şeklinde belirtilmiş olsa da, bir anlamda kırmızı kapaklı kitabın editörüydüm artık. Bu kez İnceman’ ın yanında benim adım da yer aldığı gibi, “Hemostaz ve hemorajik hastalıklar” bölümünün tek başına yazarıydım da… Aksoy Hoca’ ya “Anemiler” bölümü verilmişti. Bir türlü metni teslim edemediğinden kitap baskıya giremiyordu. Sonunda İnceman beni Teşvikiye Caddesindeki evine gönderdi. Aksoy Hoca' yı klasik müzik çalan teypi açık, daktiloda çalışırken buldum. “Bak bitiriyorum, az kaldı işte!” dedi. Önünde Harrison’un anemiler sayfası açık duruyordu…

Gerçekten ülkemizde çok yazarlı çalışmalarda en büyük sorun yazarların metinleri zamanında teslim edememeleridir. Son teslim tarihi sürekli uzatılır. O denli ki, bu arada metni zamanında verenlerin bazı bilgileri eskimeye başlar. Gene Çapa’nın İç Hastalıkları kitabında (1992), birinci cilt çıktığı halde ikinci cilt yıllarca kayıplara karışmış, akıbeti belirlenememiştir.

Yerli (telif) kitaplar konusunda çarpıcı bir örnek daha vermek istiyorum. Üç-beş yıl önce birden sağ ayak başparmağım şişti, kızardı, ağrımaya başladı. Muhtemelen bahçede çalışırken burkmuş olmalıydım. İçime gut hastalığı kuşkusu düştü. Harrison’u açtım, okuyunca rahatladım. O sırada Çapa’nın tuğla ağırlığında iki ciltten oluşan İç Hastalıkları kitabı (2007) yeni gelmişti. Gut konusunu bir de Türkçe okumak istedim. Sürprizle karşılaştım. Harrison’daki yazı ile satır satır uyuşuyordu.

Yerli yapıtlarda çeviri kokusunu almak çok kolaydır. Hastalığı tanımlayan ilk cümlenin sonu “karakterize bir hastalıktır” biçiminde bitiyorsa, çeviriyle karşı karşıyasınız demektir. Hele anlam değil de, sözcük çevirisi yapılmış ise,- ki çoğunlukla böyledir – çeviri kokusu her yana yayılır. Benim gibi UpToDate tutkunlarından iseniz, kimi kez çeviri kaynağına ulaşmakta güçlük çekmezsiniz.

Peki. Çeviri izlenimi vermeyen, nisbeten özgün, yerli (telif)  bir ders kitabı bölümü ya da  Hematolog dergisinde oradan buradan kes-yapıştır yöntemi kullanılmadan bir derleme yazılamaz mı? Bana kalırsa yazılabilir. Zordur ama…Gelecek yazıda görüşmek üzere (Öğretici Tıp Kitabı Yazmanın Kolaylık ve Zorlukları 'II')…

YT  7.o5.2013

765qwerty765
Bu yazı Dinozorun Penceresi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Öğretici Tıp Kitabı Yazmanın Kolaylık ve Zorlukları (I) için 1 cevap

  1. Güngör Eroğlu der ki:

    Semptomdan Teşhise ve Teşhisden Tedaviye kitapları… Adları, içeriklerini iki sözcükle özetleyen bu kitaplar, çoğu yabancı dil bilmeyen ya da çok zayıf olan tıp öğrencilerinin hatta iç hastalıkları asistanlarının ellerinden düşmezlerdi. Tıbbi-Cerrahi El Kitaplarının çıkmaları da asistanlık zamanıma rastlar. Elimizde büyük bir Türkçe-İngilizce sözlükle Harrison ya da Cecil’i okuyup anlamaya çalışmaktan çok daha işe yarardı Türkçe yazılmış kitaplar. Umarım çevirmenler/yazarlar, Dr.Tangün’ün değindiği önemli noktaları göz önüne alarak anlaşılabilir bir dille çevirirler ya da özgün, yerli kitaplar yazarlar. En doğru ve ideal olanı da gençlerin liselerden mezun olurken bir yabancı dile sahip olarak mezun olmaları. Ve tıp kitaplarını rahatlıkla yabancı dillerden okumaları.
    Son olarak Hocam Dr.Tangün’ün öz Türkçe ve güzel bır anlatımla yazdıkları benim gibi orta yaşlıları (Şimdi insan ömrü 90’lara dek uzadığından, orta yaş süresi 80’lere uzadı.) bile aydınlattığı gibi gençlik anılarımı da tazeliyor. Dilerim bir gün de kökleri Osmanlılar’a değin uzanan İstanbul Tıp Fakültesi’nin tarihini yazar.

Yoruma kapalı.